Küresel çevre sorunlarının giderek büyüdüğü çağımızda materyal büyümeye odaklanmış, ekonomik sistemi doğa sistemlerinden ayrı düşünmek imkansız. Doğal kaynaklara verilen zararları dikkate almayan neo-klasik ekonomiye alternatif yaklaşımlar ortaya çıkarken, toplumların refah düzeyinin tüketimle olan ilişkisi de sorgulanmaktadır. Gelişen sanayileşme, üretim ve tüketim yapısının değişmesi, nüfus artışı ve kentleşme gibi birçok etken iklim değişikliğini arttırırken, doğal kaynakların da hızla tüketilmesine neden oluyor. Ülkemizin küresel ısınmanın potansiyel etkileri açısından, risk grubu ülkeler arasında yer alacağı, daha sıcak daha kurak iklim kuşağı etkisinde kalacağı tahmin edilmektedir. Modern toplumun doğaya karşı tutumu dünyayı ekolojik bir krize sürüklemektedir. Modern toplumun çevre krizine düşmesinin nedeni yaşam anlayışında çevreyi, doğayı dikkate almayan insan merkezli bir dünya görüşüdür.
Çevre sorunlarının insanlığı tehdit eden bir noktaya ulaşmasının nedeni, insanın doğanın kurallarını yeterince gözetmemesinden kaynaklanmaktadır. İnsanın bu davranışlarının arkasında önemli ölçüde teknoloji ve endüstriyel üretimle özdeşleşmiş olan modern toplum anlayışı bulunmaktadır. Sınırsız tüketim ve doğaya tahakküm etme zihniyeti en büyük zararı yine insana, çevreye ve geleceğe vermektedir. Dünya genelinde kirlenen denizler, kuruyan su kaynakları, azalan orman varlığı, verimsizleşen topraklar hepimiz için bir tehdit oluşturmaktadır. Bu nedenle yaşanabilir bir dünya için tabiata, çevreye ve hayata bakış açımızın düzeltilmesi gerekmektedir. Çevrenin korunması bütün bireylerin, bütün ülkelerin ve bütün insanlığın ortak meselesidir.
Son yıllarda dünyada yaşanan iklimsel ve çevreyle ilgili değişimlerin etkileri ve nedenleri birçok kavramla birlikte sürdürülebilirlik kavramının da görünürlüğünü arttırmıştır. Günümüzde sürdürülebilirlik, çevre dengesi ile ekonomik büyümeyi birlikte alan, hem doğal kaynakların etkin kullanımını sağlayan, hem de gelecek kuşakların kendi ihtiyaçlarını tehlikeye sokmaksızın bugünkü ihtiyaçlarını karşılayabilen bir model olarak karşımızda durmaktadır. Doğal olarak bu yeni dönemde sürdürülebilirlik, şirketler için birçok risk ve fırsatı da beraberinde getirmektedir. Ancak bu risk ve fırsatları iyi belirleyerek, operasyonlarını ürün ve hizmetlerini buna göre yeniden düzenleyen şirketler, gelecekte rakiplerine göre rekabet avantajı oluşturacaklardır. Varlığımızın temeli olan çevre değerleri ile hayatı her yönüyle etkileyen enerji ihtiyacı arasındaki ilişkiler, gündemdeki yerini korumaya devam ediyor.