Düşününce hayatımız hep göçlerle geçmiş: Asya’dan Anadolu’ya, Afrika’dan Avrupa’ya, köylerden kentlere göçler, mübadeleler, şehir içinde taşınmalar vesaire vesaire.
Acaba bütün bu hareketlilik genlerimize mi işlendi ki bizler hep bir süre sonra nasıl olsa yer değiştireceğiz hissiyatıyla yaşadığımız çevreye sahip çıkmadık, yaşadığımız ortamı, evimizi benimsemedik? Öyle ya insan kendi evine tükürür mü, çöp atar mı, çevresindeki herhangi gayrinizami bir olaya, yapılaşmaya itiraz etmez mi? Eder, etmeli.
Peki bunu yaparken bizim gibi bürokrasisi hızlı, hukuki organları güçlü (!) bir ülkede bile olsanız sizin tek başınıza yapacağınız itiraz ne kadar etkili olabilir? Aslında, mikrodan makroya seçimini bizlerin yaptığı apartman/site yöneticileri, muhtarlar, belediye, meclis gibi resmi organlar itirazlarımızı takip etsinler diye var. Öyleyse işler niye yürümüyor?
Tam bu noktada artık STK’lerin (Sivil Toplum Kuruluşları) devreye girmesi gerekiyor. Görevini yapmayan veya farkında olmayan resmi organlara sesimizi daha çok duyurabilmek için STK’lere ihtiyacımız var. STK’ler de ancak aidatını düzenli ödeyen üyeleriyle daha güçlü.
Bizler farkına vardığımız günden bu yana öncelikle mesleki STK’lere üye olduk. Özellikle TGSD bu pandemi döneminde sektör ile devlet arasında köprü görevi üstlendi. Sektörün durumunu ve beklentilerini doğru aktararak çözüm yaratılmasına vesile oldu.
O yüzden bundan sonra önce yaşadığımız çevredeki STK’lerden başlamak üzere mesleki STK’lere mutlaka üye olalım, faaliyetlerine destek verelim ki sesimiz daha gür çıksın. Şikayetlerimizi, beklentilerimizi daha kolay aktarabilelim. Unutmayalım ki STK çok seslilik demektir. Bir ülkede ne kadar çok STK olursa o ülkede demokrasi o kadar güçlü olur. STK’ler ile yaşadığımız çevreye, tabiata, mesleğimize sahip çıkalım.
#stk#tgsd#